Zülfü Livaneli - Şeyh Bedrettin Destanı Songtexte

Akdeniz yakası Aydın elleri
Kuşlar gider bizim Dede Sultan’a
Cemalin görünce yürüdü dağlar
Taşlar gider bizim Dede Sultan’a

Duyduk ki Mustafa huruc eylemiş
Aydın elinde Karaburunda
Bedreddinin kelamını söylemiş
köylünün huzurunda...

Duyduk ki...
Bu işler duyulur da durmak olur mu?
Bir sabah erken,
Haymana ovasında bir garip kuş öterken,
Sıska bir söğüt altında zeytin danesi yedik
Varalım, dedik. Görelim dedik.
Yapışıp sabanın sapına şol kardeş toprağını biz de bir yol sürelim dedik
. Düştük dağlara dağlara, aştık dağları dağları...

Bedreddin yiğitleri ufka baktılar,
Gitgide yaklaşıyordu toprağın sonu
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Oysaki onlar bu toprağı, bu kayalardan bakanlar onu,
üzümü, inciri, narı, tüyleri baldan sarı sütleri
baldan koyu davarları, ince belli, aslan yeleli atlarıyla
duvarsız ve sınırsız bir kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Katardan ayrılan turna sürüler
Her andıkça ümüklerim sızılar
İrili ufaklı emlik kuzular
Koçlar gider bizim Dede Sultan’a

Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun
Karşısına çıktılar
Dikişsiz ak libaslı, Baş açık, Yalnayak ve yalın kılıçtılar.
Mübalağa cenk olundu.
Aydının Türk köylüleri
Sakızlı Rum gemiciler
Yahudi esnafları, on bin mülhid yoldaşı
Börklüce Mustafanın düşman ormanına on bin balta gibi daldı

Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı demiri
oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde
Her yerde hep beraber! diyebilmek için
On binler verdi sekiz binini...
Yenildiler Yenenler, yenilenlerin
Dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını
Ve hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların eşildi nallarıyla.

Ve teker teker bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izleri,
yüzleri kan içinde geçer çıplak ayaklarıyla
yüreğime basarak geçer
Aydın ellerinden Karaburun mağlupları...
Baba Musamızdan almış cehdini
Gördün mü Kaygusuz zulmün vaktini
Padişahlar tacı ile tahtını
Yoklar gider bizim Dede Sultana

Satırı çaldı cellat,
Çıplak boyunlar yarıldı nar gibi,
yeşil bir daldan düşen elmalar gibi
birbiri ardınca düştü başlar
Ve her baş düşerken yere çarmıhından
Mustafa baktı son defa.
Ve her yere düşen başın kılı depremedi:
- İriş, dede sultanım İriş! dedi bir,
Başka bir söz demedi...
Aydın’da Ortaklar Karaburun’da
Kılıç ceran oldu oynuyor kında
Bir elim harmanda bir elim kanda
İriş Dede Sultan gazaya
İriş İmdi can günüdür gazaya
İriş Bedreddin gülümsedi,
Aydınlandı içi gözlerinin,
Dedi: - Madem ki bu kerre mağlubuz netsek, neylesek zaid.
Gayri uzatman sözü.
Madem ki fetva bize aid verin ki basak bağrına mührümüzü...
Velim aydur dört kitaptan evveli
Şeyhoğlu Bedreddin Bektaş-ı
Veli Ortaklar adına didemin seli
Çağlar gider bizim Dede Sultan’a

Yağmur çiseliyor
Serezin esnaf çarşısında,
Bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan yapraksız
bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarsısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın,
görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.



Dieser text wurde 47229 mal gelesen.